İSTİKRARI OYLAMAK
Onlar ki barış dediler hep fesadı ve çatışmayı beslediler. Kalkınmayı vaat ettiler sefalete sürüklediler. Modernleşmeyi överken, geleneği ve tarihi, bizi biz yapan değerler çökerttiler. Bu ülkenin gençlerini sağcılık solculuk adına yok ettiler. Türk’le Kürdü, Alevi ile Sünni’yi arasındaki mesafeleri genişletip derinleştirdiler.
Oryantalist bilgi ile dinin temelini dinamitlerken, ideolojik dini bilgi ile barış ve birleşme yerine ayrışmayı, merhamet ve sevgi yerine nefret ve şiddeti ürettiler. Bu toprakların çocuklarını muhanete muhtaç ettiler. Nasıl idare edileceğimizi belirlediler. Kimlerin idareci olacağına karar verdiler. Kapitalist hedeflere ulaşmak için ne yiyeceğimizi, nasıl ve neyi giyeceğimizi belirlediler. Yeme kültürümüz, yerleşik örfümüz bozuldu, bizi geçmişe bağlayan köprülerimiz yıkıldı. Evimiz, evlenmemiz, eğlenmemiz onların dediği gibi oldu. Biz çalıştık onlar kazandılar ve zenginleştiler. Biz dediklerini yaptıkça “aferin, medenileşiyorsunuz, gelişiyorsunuz” dediler. Farklı Batı dışı modernleşmeye burun kıvırdılar. Demokrasinin Fransız, Amerikan, İngiliz versiyonuna evet derken “Türk”cesine itiraz ettiler. İslam’ın, İslamcasına, müslümanın müslümancasına itirazla radikalinden DEAŞ’lısına cı,cu’lu müslüman ya da ılımlı adı altında stratejik hedef ve amaçlarına ulaştıracak müslüman tipi oluşturdular. Kadını kafesten kurtardılar, özgürlük adı altında binbir yöntem ve reklamlarla araç yaparak yeniden kafeslediler. Birilerinin kasası doldu, Anadolu insanı açlık ve sefaletten saçını başını yoldu. Kendi ayakları üzerinde duracak, geleceğe umutla bakacak Cumhuriyetin çocukları hep ham hayallerle beslendiler. Ne sanayide, ne siyaset ve ekonomide, ne ulaşımda ve iletişimde ne eğitim ve bilimsel bilgide, ne teknolojik alanda muasır milletler düzeyine çıkamadık. 2002’li yıllara kadar 75-80 yıl böyle bekledik. İMF ümüğümüzü sıktı. Bütün gelirlerimizi hortumladı. Borç, faiz borcu gırtlağa geldi. Memur maaşları ödenemez hale geldi, esnaf yazar kasasını Başbakanın önüne fırlattı. Açlık, işsizlik son sınırlarına dayandı. Terör sarmalında bölünmenin eşiğine gelen ülke, siyasi, ekonomik ve toplumsalın diğer alanlarında şark meselesinin çözümü adına kadîm planlarının peşinde olanların ayak oyunlarına kurban edildi.
Ulaşım yollarının inşa edilemediği, ulaşım araçlarının değil kendisi, parçalarının dahi üretilemediği, savunma sanayimizin sadece adının konuşulduğu dönemde, savunma araçlarının temininde dışa bağımlılık ülkeyi acınacak hale getirmişti. Kendi uçağını, tankını, insansız uçağını, taarruz helikopterlerini, yapamazken savaş gemisi yapmak akla gelse de ekonomik ve siyasi istikrarsızlıktan ülke yöneticileri başını kaldıramıyordu. Tek gidiş-gelişli yollardan çift yolları beğenmez hale geldik ve otoban talepleri gündeme gelmeye başladı. Ülke insanı her gün döviz büroları önünden geçerek acaba cebimdeki para ne kadar değer kaybetti düşüncesi ile yoluna devam ediyordu. Ekonominin lokomotifi sayılacak alanlarda dünya hızlı trenler gibi hareketli iken, bizler buharlı sistemin sisli ortamlarında bırakın geleceği önümüzü bile göremiyorduk.
Bu olumsuzlukları içimiz daralarak da olsa saymaya devam edebiliriz. Ancak çok söze gerek yok. Geriye dönüp bakmak geleceği inşa için önemlidir. Yukarıda sayıp yazdığımız hususlar ise geçmiş hakkında bize önemli dersler verecek niteliktedir.
Türkiye bundan tam 13 yıl önce, 3 Kasım 2001 seçimleri ile koalisyonlardan, söylemi olan ancak eylemi, icraatı bulunmayan hükümetlerden kurtuldu. Kimilerine göre toplumun bazı kesimleri için korkulu rüya değil, korkulu günlerin başlangıcı olarak nitelenen ve bugün de hâlâ onlar tarafından korkulu günler yaşatmakla suçlanan 13 yıllık iktidar, hiç kimse kusura bakmasın Türkiye’nin 100 yıllık eksikliklerinin bir kısmını tamamlamış ve hâlâ yaralı bir şekilde tamamlama çabası ve gayreti içindedir.
Anadolu’yu ayağa kaldıran ve şehirler arası ulaşımın kolayca yapılmasını sağlayan duble yollar, Ülkenin her yanını demir ağlarla örecek hızlı tren rayları, havalimanları, elektrik santralleri, barajlar, hastaneler, okullar, bazılarının henüz akademik alt yapısı tamamlanmasa da 81 ilin tamamında kurulan üniversiteler ve bünyelerinde açılan fakülteler, ilçelere kurulan ve sanayi için ara eleman yetiştirecek yüksek okullar ülkenin yeniden inşası, kendi ellerimizle kendi tarihimizi yapma mücadelesi değil de nedir? Bu projelerin yapımında, gerçekleştirilmesinde, hatta şu anki konumu ve durumuna eleştiriler, öneriler, yeniden projeler getirilebilir ama bunları inkâr etmek, yok saymak gerçeklerin üzerini örtme değil midir? Ülke insanımıza, gençliğimize ve geleceğimize hizmet edecek bu çalışmaları sırf muhalefet olsun diye yok saymak, karalamak, iddia edilen bazı yanlışlardan hareketle iktidarı itibarsızlaştırma girişiminde bulunmak tutmaz, tutmayacaktır. Burada muhalefete düşen görev, mevcut icraatları kötüleme, yok sayma yerine, daha iyisini nasıl yapabilirizin peşine düşmektir. Daha iyisini yapabileceğini somut proje ve önerilerle kaynaklarını da göstererek ortaya koyan her siyasi harekete milletimiz imkân verir, ama önce güven vermek önemlidir. Kimse kusura bakmasın 13 yıldan bu zamana kadar yapılan icraatlardan hiç biri Cumhuriyet döneminde bu denli başarılı bir şekilde ortaya konamamıştır.
Bu dönemde Türkiye’yi yönetenler, küresel aktörler ve onların yerli işbirlikçileri üzerine gelse de üçüncü Köprü’yle İstanbul’un boğazına üçüncü bir gerdanlık taktı, Marmara denizinin altından ‘Marmaray’ı geçirdi. Üçüncü havalimanı projesi ile birilerinin saltanatları sallandı. Tabiki Kanal İstanbul projesi de gerçekleşirse, kurulu tezgahın sahipleri hop oturup hop kalkacaklardır.
Daha çok yeni, 10 gün önce yerli arabanın ilk protitipleri tanıtıma çıktığında, burun kıvıranlar, taklit, çakma diyecek kadar çamur atanlar, 2020 yılında seri üretime geçildiğinde kimbilir ne yapacaklar? Bunlar, düşman çatlatan, Türkiye’yi ayakta tutacak, geleceğe taşıyacak, sürdürülebilir istikrarı yakalatacak projelerken, kuru muhalefete kurban edilemez. Artık yerli tankımız, yerli topumuz, yerli silahımız, yerli füzemiz var ve biz de artık uzaya uydular gönderiyoruz. Artık eller uzaya giderken biz yaya değiliz.
Dün 1994’lerde İstanbul’a su temin edilemezken, belediye başkanlığından itibaren Istıranca dağlarını delerek İstanbul’u suya kandıran, Başbakanlığı döneminde Anadolu devini uyandıran, Anamur’dan – Girne’ye denizin ortasından Toros’ların suyunu Kıbrıs’a akıtan bir lidere olmadık sözlerle, yaftalamalarla saldırmakla yazık edilmiyor mu? Kaçak dediğiniz Saray, Mimarlar odası gibi(aslında teknik olarak profesyonel anlamda çalışan bir dernek olması gerekirken) ideolojik bir yapılanmanın ürettiği adice tertiplenmiş itibarsızlaştırma operasyonu değil mi? Ankara’nın göbeğinde Atatürk’ün millete hatırası olan bir alanda millet için, gelecek nesiller için, ülke yönetiminin iktidar gücünü temsil makamı olarak yapılan külliye nasıl olur da siyasete malzeme yapılır? Orman çiftliği diye orada ne besleyelim? Ne üretelim. Tavuk mu? Geyik mi? Büyükbaş mı olsun küçükbaş mı? Çiftlik olarak adlandırıldı diye hayvan mı yetiştirelim yoksa ihtiyaç hasıl oldu diye külliye yapıp ilkenin âlî menfaatlerine uygun politikalar mı üretelim. Yaşadıklarımız, yaşatılanlanlar, politika üretememezliğin, akıl tutulmasının belirtisi değil mi? Bu külliyenin eleştirisini yapanlar Cumhurbaşkanı seçildiğinde aynı yer de oturmayacaklar mı? Allah aşkına söyler misiniz. Ankara başkent olmadan önce ne idi? Kimin arazisi üzerinde idi. Tapu kadastrosu bile yoktu o dönemde. Devlet ve ülke için Başkent yapılmamış mıydı orası. Beştepe’ye yapılan bu külliye gasp mıdır ki bunun üzerine taş atılıyor. Defalarca açıklanmadı mı ilgili kurumlar tarafından mevzuata uygun olduğu. En son çıkan mahkeme kararı da olumlu karar vermedi mi?
Hayır mesele külliye falan değil, muhalefettekiler ülke ve geleceği için yukarıda saydığımız icraatlara bir şey diyemiyorlar, kendi dönemlerinde de ne yapıp ettikleri belli. Türk milletinin, Anadolu insanının hassas noktalarından meseleye yaklaşarak üretilmiş, aslı olmayan şeylerle milleti aldatıyorlar. Biz bu tür politik oyunları daha önce gördük ve bu tür oyunların esas kurucularını da biliyoruz. Onlar hep perde arkasında duruyorlar ve ülke adına boş politik vaatten başka sözleri olmayan bazı politikacıları bu şekilde yönlendiriyorlar. Önceden ellerinde olan basının gücü ile bu tür manipülasyonları daha iyi yapıyorlardı. Bunun farkına varan Sayın Erdoğan’ın basını yanına alması ile tek tabanca kaldılar. O da işe yaramıyor, bu sefer yandaş ve havuz medyası adı ile sürekli vuruyorlar. Gelecekten kaygı duyuyoruz diyorlar, basın özgür yok diyorlar, Recep Tayyip Erdoğan ‘Diktatör’ diyorlar. Niye? Çünkü Recep Tayyip Erdoğan birilerinin hesabını bozdu. Birileri bu milleti durdurmanın, bu millete diz çöktürmenin hesabını yapmışlardı. Karşılarında Recep Tayyip Erdoğan’ı buldular. Recep Tayyip Erdoğan, 1821’lerde temeli atılan, 100 yıldan bu yana da kavgası sürdürülen ve uğruna ölümlerin olduğu ülkeyi bölünmeye götüren kavgaları bitirmek için baldıran zehiri içip ‘çözüm sürecini’ başlatmıştı. Coğrafyamız üzerinde kurgulanan tezgâhları dağıtmak için planlarını ve oyunlarını başlarına geçirmişti. Gezi ile saldırdılar.17-25 Aralık’ta paralel yapı ile darbeye teşebbüs ettiler. Cumhurbaşkanı seçtirmemek adına “Ekmek için Ekmeleddin” dediler, olmadı. Ekmeleddini telaffuz edemeyip Emsaleddin diyenler oldu. Ekmeleddin bey’e Akif’in şiirlerini okuttular, o da şiirleri karıştırdı. Neyse her türlü yol denendi. Yine tutmadı. PKK’yı yeniden sahaya indirdiler. Seni Başkan yaptırmayacağız dediler. Sırtlarını PYD’ye YPG’ye dayadıklarını söyleyerek bunları destekleyenlerle tehdit ettiler. Reyhanlı’da, Diyarbakır’da, Suruç’ta, Ankara’da bombaları patlattılar faili devlet, iktidar ve Erdoğan dediler. Kimler mi? “Şark meselesi”ni ortaya atanlar. Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesi, Türkiye’nin etkisizleştirilmesi için 1915’te Çanakkale’yi geçmek isteyenler. 1923’te Lozan’da bu topraklar üzerinde pazarlık yapanlar. Atatürk’ten İnönü’ye Türkiye Cumhuriyetini uydu yapmak isteyenler. 1950’ye kadar bu milletle devlet arasına duvarlar örenler. Menderes’i asanlar, merhum Erbakan’ı sosyal, ekonomik, politik ve savunma projelerinden dolayı durduranlar, Merhum Özal’ı şüpheli bir ölümle götürenlerdir bunlar. Şimdi Erdoğanı ve kurucusu olduğu partinin iktidarını etkisizleştirmeye çalışıyorlar. 7 haziran seçimlerinde muhalefetin anasından yavrusuna varıncaya kadar her biri söylemlerinde, siyasi programlarında farklı beyanları olsa da çelişkiler yumağında olmayı tercih ederek, Erdoğan aleyhinde olmada birleşerek, yanlarına paralel yapılanmanın renkten renge giren abi ve ablalarını da alıp ülkeyi seçimle koalisyona, bu yolla da kaosa götürmek istediler. Allah’tan planları tutmadı. Milletimize yeniden düşünmesi için fırsat verildi ve önümüze 1kasım 2015 seçim imkânı verildi.
Görünen o ki muhalefet partilerinden hiç biri tek başına iktidar olamayacak. Bunlardan CHP, sonuçlar en azından 7 haziran seçimleri gibi olduğunda, MHP ve HDP ile ayrı ayrı kolisyon kurmayı denese sayısal olarak güçleri yetmeyecek. Üçü bir araya gelse MHP HDP nin olduğu koalisyonda yer almayacak. Bunu sayın MHP lideri seçim konuşmalarında tekraren söyledi. HDP’nin dışında diğer partilerin alayıyla koalisyon yapabileceğini söyledi ama AK parti ile koalisyon için geçmiş dönemdeki şartlarını muhafaza etmektedir. Bu şartlı koalisyon AK parti için mümkün görünmüyor. Gelelim AK parti ile CHP’nin kolisyonuna. Bu tür bir kolisyon gerçekleşmiş olsa da gerek parti programları gerekse siyasi kültür ve tabanların istekleri bakımından fazla yürümez görünmektedir.
Daha henüz 1 kasım 2015 seçimlerine şurada 4 gün varken ülkenin menfaatleri, istikrarı, başlanılan projelerin devamı açısından tek başına iktidar olabilecek bir partiyi desteklemek geleceğimiz açısından son derece önemlidir. Bu bağlamda şöyle bir mantık yürütmenin de faydalı olacağını düşünüyorum.
Ak partinin bu zamana kadar vaatlerini yerine getirmede bir sorunu olmadı. Hangi parti olursa olsun tek başına iktidara gelen siyasi kadrolar programlarını ve vaatlerini gerçekleştirmede daha başarılı olurlar. Koalisyon hükümetlerinde geçmişte de olduğu gibi her siyasi parti hükümet programlarında kendi siyasi kadrolarını kayıracak şekilde çalışacaktır. Ve bu çalışma modeli ülkeye zaman kaybettirecek, projeleri geciktirecektir. Ak partinin icraatlarının eleştirilecek görece ne kadar çok yönü olursa olsun, tek başına iktidara gelmesi her hangi bir koalisyon hükümetinden daha sağlıklı olacaktır. Hem bundan sonra eğer tek başına iktidar olursa Ak partinin icraatlarında ortaya çıkan rahatsız edici uygulamaların bundan sonra olacağına da ihtimal vermiyorum, şüphesiz insan unsuruna bağlı sıkıntılı durumlar istisna. Bundan sonra hem parti teşkilatında hem de eleştirilen bazı icraatlarda yeniden bir gözden geçirme hamlesinin olacağı partinin önde gelenleri tarafından zaten deklare edilmektedir.
Bu durumda AK partiye yeniden güçlü bir destek vermek milli duruş ve gelecek adına bir vebaldir. Zira Ak partinin kan kaybetmesi bu zaman kadar olan kazanımların tırpanlanması hatta Kılıçdaroğlu ile koalisyon olursa “restorasyon” adına bir çoğunun form, işlev ve içeriğinin değişmesi an meselesidir.
Biz istiyoruz ki 13 seneden bu yana yapılan icraatlarla emekler boşa gitmesin. 1915 Çanakkale’sinin yeni bir versiyonunu sahneye sürenlerin ekmeğine yağ sürülmesin. İnsanımız ekonomik bunalım, siyasi kaos ve terör belası ile yerlerde sürünmesin. Artık hizmet edenler hizmet ettiği sürece iktidarda kalsın. Kendini iktidara hazır görüp toplumsal alanı tek başına iktidara gelecek şekilde ikna edenler varsa meydan onlara da açıktır. Ancak görünen tablo o dur ki Ak Parti’den başka tek başına iktidara yakın bir parti yoktur. Bari gelmişken güçlü gelsin ki rahat çalışsınlar.
Unutmayalım bir oy ülke üzerinde oynanan bin oyunu bozar. Cumhuriyetimiz daim, Cumhurun görüşü kaim olsun.
Prof. Dr. FAZLI ARABACI